GÖKOVA BİSİKLET FESTİVALİ

GÖKOVA BİSİKLET FESTİVALİ

22 Temmuz, 2019 11:07, Haberler by carraro 0 Yorum

Denizli’den yola çıkmamız saat altıyı bulmuştu. Demet’i sürücü koltuğuna oturttuktan sonra ben yan koltuğa otururken Esra ise tıka basa dolu olan arka koltuğa yerleşti. Demet’in araba alabileceği kadar eşyayı almıştı.

Denizli’den yola çıkmamız saat altıyı bulmuştu. Demet’i sürücü koltuğuna oturttuktan sonra ben yan koltuğa otururken Esra ise tıka basa dolu olan arka koltuğa yerleşti. Demet’in araba alabileceği kadar eşyayı almıştı. Bisiklet taşıyıcısını son anda değiştirip yerine Amerikan malı bir taşıyıcı aldıktan sonra bisikletleri arabanın arkasına yerleştirmek zor olmadı. Yorgunluğumuza rağmen tüm neşemizle eşsiz yolculuğumuz başlamıştı. Araba Bodrum’a doğru yol alırken çalan müziğin tatlı temposuna bizler de ayak uydurmuştuk. Sekiz gün önce Uluslararası Arena Aquamasters Marmaris Açık Su Yüzme Yarışları’ndan dördüncülükle döndükten sonra şimdi de Carraro’nun sponsorluğunu yaptığı Gökova Bisiklet Festivali için Bodrum’un yolunu tutmuştum. 261 km’lik Bodrum, Datça, Marmaris, Akyaka, Ören, Akbük, Mazı Köyü, Yalıçiftlik parkurunu tamamlayıp turun başlama noktası olan Bodrum, Zetaş Kamping’e ulaşacaktık. Beş gün sürecek olan bu turda eşyalarımız kamyonla taşınıp bir sonraki kamp noktasına getirilecekti. Açıkçası her gün yaklaşık 55 km yol gittikten sonra kamp yerine ulaşıp çadır ve eşyalarımın bulunduğu çuvalı bulup, kamp alanına taşıyıp, çadırı kurup gece de o kurduğum çadıra girip uyuyup, sabah saat 7’de kalkıp, giyinip, kurduğum çadırı ve eşyaları toplayıp araca teslim edip, kahvaltının ardından bir sonraki kamp noktasına ulaşmak için tekrar bir 55 km yol sürüp aynı işlemleri orada tekrar nasıl yapabileceğimi hiç bilmiyordum. Etrafımdaki insanların benim hayatımın sıra dışı bir yanı olduğunu söyledikleri zaman bunu anlamakta zorlanıyorum. Bana son derece sıradan gibi gelen bu yaşadıklarım belki de çılgıncaydı.

Bu içsel hesaplaşmalarla geçen araba yolculuğu sonunda gece saat onbir gibi turun başlangıç noktası olan Bodrum Zetaş Kamping’e ulaştık. Bizi o saatte kamp ateşinin sönmeye yüz tutmuş alevleri arasından tatlı bir meltem gibi kulaklarımıza gelen gitarın sesi karşıladı. Karanlığın içerisinde bir grup toplanmıştı. Ara sıra kesilen gitarın se-sini mırıltılar dolduruyor derken ağır ağır yeni bir melodi karanlığın tek hâkimi gibi artan bir ritimle etrafı yine etkisi altına alıyordu. İşte tam o zaman bir coşku içimi kapladı; “Her şey çok güzel olacak” dedim.
 
Bu serüven bisikletçi arkadaşlarla toplandığımız Denizli Big Chefs restoranında başladı. Demet, 13. Gökova Bisiklet Festivali’nden bahsedince içimden bu festivale katılmak için büyük bir istek duydum. Demet de “Siz yaparsınız” diye beni yüreklendirince daha orada hemen internet üzerinden ön kayıt yaptırıverdim. Sonrası işte buradaydım. Benim kadar atak olamayan Esra’ysa kendine düşünme zamanı ayırsa da sonuçta o da buradaydı. O gece kamp kurmayıp Demet’in aile-sinin Bodrumdaki yazlık evlerinde kalmanın bizim için daha iyi olacağını önceden konuşup karar vermiştik. Hiç vakit geçirmeden Demetlerin Bodrum’daki yazlıklarına hareket ettik. Demet, elindeki anahtarı karanlıktan dolayı zorlukla gördüğü kapının kilidine sokup evlerinin kapısını açınca koca bir kışı geçirmiş evden tertemiz sabun kokusu geldi. Annesi evden ayrılmadan önce her şeyi yıkayıp ütülemiş ve gelecek yaz için hazırlanmıştı. O gece güzel bir uyku uyuduktan sonra sabahın ilk ışıkları içinde bisiklet taytlarımızı ve kıyafetlerimizi giydik, tekrar Zetaş Kamping’in yolunu tuttuk. Kamp alanına geldiğimizde tüm eşyaları bizlere verdikleri çuvallara doldurup kamyona yükledik. 250 bisiklet sevdalısı ile geçireceğimiz beş günlük tur başlıyordu. İlk olarak Bodrum tiyatrosunu ziyaret edip orada toplu bir fotoğraf çektirip ardından Gümbet’de kahvaltı yaptıktan sonra feribotla Datça’ya hareket ettik. Öğle yemeğini eski Datça’da yedikten sonra oradan Çubucak Orman Kampı’na hareket ettik. Oraya ulaştığımızda sabah eşyaları-mızı yüklediğimiz araç kamp yerine gelmiş ve eşyalarımız (çuval) bizi bekliyordu. Hızla çadırımızı kurduk ve kendimizi denizin serin sularına bırak-tık. Bu sayede banyomuzu da yapmış olduk. Duş alıp yıkanıp giyindik. Artık yemek için hazırdık. Denizin kenarındaki kamp alanında kendimize güzel deniz manzaralı bir masa bulduk. Herkeste bir dostluk arkadaşlık havası vardı.



Türkiye’nin dört bir yerinden gelmiş bisiklet sevdalıları ve hatta yurt dışından gelen yabancı dostlarımızla birlikte yemeklerimizi yerken sohbet sürekli bir sonraki günün rotalarına kilitleniyordu. Rampalar, yokuşlar ve aşılacak dağlar sayılıyor ve önceki tecrübeler hatta yaşanılan anılar olabildiğince nüktedan bir dille anlatılırken sözcükler ağızdan ağıza geziniyordu. Bu öyle bir yaşam şekli ki sizi sadece yarının rotasına kilitlerken dertler, sıkıntılar beyninize ulaşamıyor, sizi kemiremiyorlar. Bir masanın etrafında şirket yöneticileri, akademisyenler, ünlü sanatçılar, öğretmenler, memurlar, işçiler...  her sınıftan ve yaştan insanların bir araya gelerek dostluk kurabilecekleri bir dünya sunuyor size spor. Henüz gün karanlığa dönmeden kamp alanını kucaklamış denizin sahiline baktığımda gördüğüm muhteşem manzarayı size anlatamam. Kamp alanına yayılmış rengarenk çadırlar san-ki bir çiçek tarlasını andırıyordu. Bu siluet yerini bir süre sonra karanlığa bıraktı. Sabahı biz karşıladık. Gökyüzünün bu halini unutalı çok olmuştu. Kendime inanamıyordum, son derece hızlı ve seri hareketlerle çadırımı ve eşyalarımı toplayıp yola çıkmaya hazırdım. Rotamız ise Asparan üzerinden İçmeler ve Marmaris oldu. Öğle yemeğimizi Marmaris’de yedik. Sadece sekiz gün önce yüzdüğüm yerlere bu sefer dağların tepelerinden aşarak gelmiştim. Sahilin bir yerinde durup engin maviliklere bir de geçip geldiğim tepelere baktım ve içimden “Hayat bu” dedim. Marmaris’de güzel bir öğle yemeğinin ardından öğlen sıcağının tüm şiddetini tepemizde hissederek Akyaka’daki Orman Kampı’na bisikletlerimizi sürdük. Zor ve yakıcı günün ardından kamp alanına ulaştık, neyse ki gece, günün sıcağına meydan okurcasına serindi. Akyaka’da harika bir akşam yemeği bizleri bekliyordu. Yemekten sonra kendimizi çadırlara attık. Ben kendi adıma baygınlıkla uyku arasındaki bir halde geceyi geçirip gözlerimi sabahın pırıl pırıl gününe açarken burnuma mis gibi çam ağaçlarının kokusu geliyordu. Kahvaltılarımızı kuşların, denizin, ormanın ve muhteşem gökyüzünün eşliğinde yaptık ve yine yollara koyulduk. Akyaka’dan, Akbük’e bisikletle gelmek sanıyorum hayatımdaki en muhteşem şeylerden biriydi. Yolda bir ara çıldırdım ve bağırdım “Tanrım burası nasıl bir ülke, cennete mi geldim?” Bu ülkenin kıymetini bilmiyoruz. Onu görmeden, kokusunu içimize çekmeden yaşayıp gidiyoruz. 250 bisikletçi ile o yollarda sürüş yapmak çok güzeldi. Kır kahvelerinde durup çay molası verip yola devam ederek Akbük’e vardık ve bizi bekleyen öğle yemeğinin ardından kendimizi bıraktığımız Akbük’ün soğuk suları çok iyi geldi. Tekrardan yola çıktığımızda ise korkunç rampalar bizi bekliyordu. Tabiat ise muhteşemdi. Rengarenk papatyalar, gelincikler, sarılar, maviler, morlar ve kuşların civelek sesleriyle birlikte kelebeklerin yunus balıkları gibi sizi izlediklerine sanıyorum ancak o anları yaşayarak inanabilirsiniz. Ter içinde Ören’e vardığımda kendimi serin sulara bırak-maktan başka çare bulamadım. Yola çıktığımızdan buyana dört gün geride kalmıştı ve artık bu tempo gitgide vücudumu zorluyordu. Yemekten sonra toplaştık kendi aramızda bir çeşit veda yaptık. Tepemizde ay, etrafımızda çadırlar ve denizin ışıltısı arasında kadehlerimiz dostluk için kalktı. Geceyi erken noktalamak zorundaydık çünkü bir sonraki gün Mazı Dağı bizleri bekliyordu, esen rüzgarın sesi bana ninni gibi gelirken denizi yalayarak gelen serin hava uyku tulumumun içine iyice girmeme sebep oldu. Sabah gözümü masmavi denizin ışıltılı sularına bakarak açtım. Günlerdir bisikletin üze-rindeydim, alt kısımlarımın nasır tuttuğunu söyleyebilirim. Aslında şaşılacak şekilde her geçen gün daha güçlenmiştim ama yine de Mazı Dağı’na bisikletle çıkabilecek miydim? Çıktım, Mazı Dağı’na bisikletimle çıktım. Buna hala kendim bile inanamıyorum. Mazı Köyü’nde bizlere harika bir öğle yemeği ziyafeti çektiler. Köy kadınları tarlalarından topladıkları sebzelerden yaptıkları kızartmayı, kuru fasulye ve bulgur pilavını ikram ettiler. Mükemmeldi. Yemeklere bolca sevgi tozu eklemişlerdi. Burası aynı zamanda pek çok kişinin turdan ayrılma yeri de oldu. Bu nokta artık turun bittiğini işaret ediyordu. Gözlerimden engelleyemediğim yaşlar dökülse de belli etmemeğe çalıştım.

Festivalde emeği geçen herkesi kutluyorum. Ekip çalışması çok iyiydi. Sürüşlerde su ve gıda takviyesi vardı. Her an telefonuma yanıt ve yardım alabileceğim kişilerin bulunması açıkçası beni şaşırttı. Ve sanıyorum en büyük alkışı destek ekipleri hak ettiler. Yardıma her an hazır ekiplerin olması ayrı bir rahatlama sebebim oldu. Gökova Bisiklet Festivali ağır temposu olan bir tur ama bisiklete sev-dalı kişilerin en azından bir kere bu tura mutlaka katılmalarını tavsiye ediyorum. Ben öncelikle çok sevgili eşime teşekkür ederim beni bu tura çıkma konusunda desteklemese bile engellemedi. Sonra canım babama teşekkür ederim. Bugün hayatta olmasa da “Kızım en büyük ibadet tanrının sana bahşettiği bedene iyi bakmaktır” diyerek sağlıklı yaşamı ulvi bir değer olarak hayatıma soktuğu, evine hep sağlıklı gıdalar taşıdığı ve sporun günlük hayatın bir parçası olduğuna beni inandırdığı için. Ayrıca anneciğim sana da sonsuz teşekkür ediyorum, evimizde hep sağlıklı yemekler pişirdiğin ve bu konuya çok dikkat ettiğin için. Demet, Esra sizlere eşsiz dostluğunuz için teşekkür ederim siz olmasaydınız bu tura çıkmaya cesaret edemezdim. İyi ki sizleri tanımışım. İyi ki varsınız. Son teşekkürü ise kendime ediyorum.

“Yürü be! Kim Tutar Seni” Seni Seviyorum.

Lütfen ikiden fazla bisiklet seçmeyin.