Maceracı İngiliz, 1884 yılının Nisan ayında Amerika’nın bir ucundan, San Francisco’dan yola çıkmış 1886’nın sonunda Japonya’ya ulaşmış. Yokohama’dan bindiği vapurla tekrar San Francisco’ya dönmüştü.
Stevens 1885 yazında Osmanlı topraklarına girmiş, Temmuz ayında tekeri İstanbul’a değmişti. (Teker deyince ölçü de verelim. Stevens ön tekeri kocaman, arka tekeri onun neredeyse ¼ ‘ü olan bir Penny-farthing bisikletle dünyayı dolaşmıştı. (Ordinary ya da Big Wheel de denen- ki bence Türkçe’ye “koca teker” olarak çevirebiliriz- bu nesnenin ön tekeri 50 inç, yaklaşık 130 cm idi.)
Temmuz boyunca İstanbul’da kalan adamımız, şehirden 10 Ağustos sabahı ayrılmış, vapurla İzmit’e geçmişti. Orada kendisine tercümanlık yapan bir Fransızın kendisinden 18 yıl evvel şehre getirdiği bir “Bone-shaker” yani “kemik-çalkalayan” türden bir bisiklet görmüştü.
**
Biz de Stevens’ın İzmit’ten Ankara’ya devam eden bir haftalık yolculuğunu rotasını takip ettik.
O, artık sadece meraklılarının bindiği bir antika bisiklet kullanırken, bizim altımızda teknolojinin son harikası bir elektrikli gravel bisikleti vardı.
Stevens yolları henüz tam yapılmamış, Anadolu coğrafyasında, üstelik ergonomisi sorunlu bir nesne kullanırken, biz ihtiyacımız olduğu anda devreye soktuğumuz %25’lik eğimleri düz yola haline getiren bir motor desteğine sahiptik.
İzmit’ten aynı onun yaptığı gibi Sapanca’ya geçtik. O hayran kalmıştı, biz o hayranlığı tazeledik. Bir ara kuruma tehlikesi atlatan bu harika göle saygılarımızı sunduk.
Ardından Geyve yönüne döndük. Stevens geçerken henüz bir köy olan, sonradan adı Kurtuluş Savaşı’nın önemli komutanlarından Ali Fuat Cebesoy’dan alan Alifuatpaşa’ya uğradık. Üstelik o günler tam da Türkiye’nin kaderini büyük ölçüde belirleyen Sakarya Savaşı’nın 100. yıl dönümüne denk geliyordu. Stevens Sakarya Vadisi’ni öve öve bitiremiyordu. Biz de aynı hislerle ayrıldık.
Geyve’den Taraklı’ya devam eden ve çok sağlam yokuşlar içeren yolları kat ettikten sonra Taraklı’ya ulaştık. Geleneksel mimarisiyle şirin bir yerleşim olan Taraklı’da bir gece kaldık. Oradan o zamanki adı “Torbalı” olan Göynük’e geçtik.
Dar bir vadiye kurulu bu güzeller güzeli kasabadan Uluhan devam ettik. O zamanki adı olan Köstebek olan Uluhan’a adını veren efsane hanı aradık. Han yoktu. Kurulu olduğu arsa artık bir futbol sahası olmuştu.
Uluhan’dan Nallıhan’a oradan da Çayırhan’a devam ettik. Stevens’ın bir gökkuşağına benzettiği rengarenk dağlar bizi de büyüledi. Çayırhan’daki kuş cennetinde kuş aradık ama göremedik.
Çayırhan’dan Beypazarı’na devam ettik. Stevens’ın anlattığı hanı aradık. 136 yıl evvel hana gelip ona saz, çalan türkü söyleyen Ankaralı aşıkların torunlarını gördük.
Beypazarı’ndan Ayaş’a, oradan bugünkü adı Sincan/ Yenikent olan bir zamanların İstanos’una uğradık. Oradan da kalenin eteklerindeki tarihi Ankara şehrine ulaştık.
136 yıl evvel, 18 Ağustos sabahı dönemin valisi Sırrı Paşa ve Belediye Başkanı Süleyman Efendi’nin yaklaşık üç bin kişiyle Ankara’dan uğurladıkları Thomas Stevens’ı biz de Cumhuriyet’in başkentinden uğurladık.
Onun ilk baskısı 1887’de yapılan Bisikletle Dünya Turu kitabından çizimleri, Samed Kunaç’ın çektiği fotoğraflarla harmanladık, Cyclist Türkiye’nin Ekim sayısında 14 sayfalık bir hikaye olarak okurlarla paylaştık.
Bana sorarsanız koleksiyonluk bir sayı oldu. Hazır, kitapçı raflarındayken kaçırmayın...
Yazı: Aydan Çelik
Fotoğraf: Samed Kunaç